Öncelikle şunu söyleyerek başlamak istiyorum: Yazacağım hiçbir cümle bilgi içermez ve tavsiye değildir. Sadece ve sadece kendi içimde hissettiklerimin kelimelerle buluşmuş halidir.
Önce bildiğiniz her şeyi çok bilen Google’dan bulduğum tanımlarını yazacağım.
İhtiyaç duymak: Bir kimseyi, bir şeyi gerekli saymak.
Muhtaç olmak: Bir ihtiyacını tek başına karşılayamamak, başkasından yardım beklemek.
Dönem itibari ile hepimizin ağzında “her şeyi hallederim, tek başıma yeterim” gibi cümleler mevcut. Bu cümleleri de kimseye muhtaç değilim başlığının altında kullandığımızı düşünüyorum. Elbette bu teknoloji çağında hepimiz her şeyi halletmeye muktedir varlıklarız. Ancak muhtaç olma ile ihtiyaç duyma arasında bazı farklar var ve yine bence.
Madden gücümüz yeterli ve sağlıksal bir sıkıntımız yok ise elbette kimseye muhtaç olmayız. Çünkü muhtaç olmak biraz daha düşkünlük hissi veren bir cümle. Mesela kimsenin bizim çamaşırımızı yıkamasına muhtaç değiliz ama birinin çamaşırlarını katladım, mis gibi kokuyor demesine ihtiyacımız var. Ya da kimsenin yapacağı yemeğe muhtaçlığımız yok. Tarifler internette malzemeler markette var. Ama biri ile oturup yemek yemeye ihtiyacımız var. Kimsenin yaşam alanımızı düzenlemesine muhtaç değiliz ama birlikte bir yaşam alanı oluşturmaya ihtiyacımız var. Birine günaydın demeye, iyi geceler öpücüğü vermeye, birilerinin yanında kendini güvende hissetmeye, huzur duymaya, paylaşmaya, dertleşmeye ve ağız dolusu gülmeye ihtiyacımız var.
Ve Erich Fromm diyor ki; “Olgunlaşmamış sevgi der ki ‘seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var’, olgunlaşmış sevgi der ki ‘sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum’.
Yani demem o ki, ihtiyaç duymak ile muhtaç olmayı aynı kefeye koymayın. İkisi incecik bir çizgi ile birbirinden ayrılan kavramdır. “Kimseye ihtiyacım yok” derken biraz düşünün derim.
Fonda Serenad Bağcan, Pamuk İpliği çalıyor.

Öğrenmelerin, keşfetmelerin epeyce sert olduğu bir zaman yine. Bazen neye üzülüyorum biliyor musunuz? Aslında çok iyi biliyorum dediğim bir şeyleri bilmediğimi fark etmeye. Bir de böyle şeyler tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne. O zaman daha çok canımı acıtıyor.
Bu başlığı bir sosyal medya gönderisinde görüp, aşık olmuştum. Nasıl güzel bir cümle bu diyerek. Öyle ya insan, her zaman bir insana aşık olmaz, olmamalı da… Üstünde biraz düşündüm, biraz kendimi dinledim ve karar verdim; ben de bu asrın insanı değilim maalesef. Kalbim çok başka bir zaman diliminde, gönlüm çok başka bir tabiatta sanki. Bazen içinde yaşadığım düzende fazlasıyla eğreti hissediyorum kendimi. Alışkanlıklarım, inandıklarım, savunduğum değerler geçmişte bir yerde kalmış gibi.
Geçen yılın en güzel anıları başlığı altında yer alacak türden bir etkinliğe katıldım, 22 Aralık 2021’de. Yine bir bahar çocuğu ve bir şeyi başlatma enerjisine sahip biri olarak 22 Aralık tarihine de hemen bir anlam yükledim. 21 Aralık en uzun geceyse 22 Aralık günlerin uzamaya başlamasının ilk günü 😊 Nerden pozitiflik bassam da karanlık sabahlara uyanmanın son bulmasına bir bir gün saysam diye düşünüyorum resmen. Neyse konuyu dağıtmayalım.


Canım sosyolog, üstadım Teoman abim şöyle diyor ya bir şarkıda; kırıklarını aldırdım kalbimin, ruhumun…