Posts by ÜMMÜHAN BALLI

#3

Hayat böyle bir şey…

Susarak gelecek nesillere kalabilen tek şey heykellerdir.

Mükemmel insan yoktur, aşık olduğun insan vardır.

Eski sevgili denen şey, yeni sevgili için seni önceden yormuş olan kişidir.

İnsan mutluyken çektiği bütün acıları unutur, ama acı içindeyken yaşadığı bütün mutlulukları hatırlatır. Zaten acıyı veren de budur.

Aşktan sadece seks anlayanlar, üzüm suyuyla şarap arasındaki farkı bilmeyenlerdir.

Çoğu zaman kravatını bile bağlayamayan bir erkeğin, teliyle duvağıyla o gelinliği giyebilen kadını anlamasını bekledik hep…

Kimin peşinden gittiğine dikkat et, belki o da yolunu kaybetmiştir.

Bir insanı bitirdiği okullardan daha iyi, bitirdiği aşklar tanımlar.

Aşk öyle bir oyundur ki, varını yoğunu masaya koyan, mutlaka kaybeder!

Bazen susabilmenin tek yolu, sevdiğiniz insanın size bir şey anlatmasıdır.

Aşk işlerinde yaptığımız en büyük hata, ‘bu sefer başka’ düşüncesidir.

Hayatta hep mutlu son peşinde koşanları anlamam, o harika başlangıçları sonsuzlaştırmak varken..

(Fonda; Nelly Dilemma çalıyor..)

Bir Yılbaşı Anısı – Doğu Ekspresi

Bir yıl daha bitiyor ve bizi karantinalı bir yılbaşı akşamı bekliyor. Yıl biterken aklıma geçirmiş olduğum en keyifli yılbaşı akşamı düştü ve blogumdaki “seyyahlık” başlığının altına ilk yazımı ekleyeyim istedim.

Yıl 2018, aylardan Kasım…

Ruhen nasıl bir evrilme nasıl bir aydınlanma ve dönüşüm halindeydim, anlatamam. Bir şey yapmak ve 2018 in son gününü güzel geçirip, 2019’a dileklerimi çok kalpten ama bir o kadar da taze hislerle iletmek istiyordum. Ve çok sevdiğim bir dostumla dedik ki biz bu yılbaşına yaşadığımız yerlerde girmeyelim ve Doğu Ekspresi ile alakalı tüm blogları okuduk. Bilet nasıl alınır? Nasıl gezilir? Ne yenir?

Bilet alma işi tam bir dakik insan işi. Seyahat etmek istediğiniz tarihten tastamam 30 gün önce biletler TCDD’nin sitesinde satışa çıkıyor. Ama bir çok tur firması blok alım yaptığı için bireysel yakalamanız çok zor. Seyahatimize 30+1 gün varken gece 23.30 itibari ile oturduk bilgisayar başına. Ve saat 01.20’ye kadar verdiğimiz uğraşın sonunda yol arkadaşım Nazlı yakaladı bileti ve aldı 😊 Artık bizim de 31 Aralık 2018 sabah 08.00 için 2 adet biletimiz vardı 😊 Herkes Ankara-Kars yönünü tercih ederken biz yılbaşı gecesinde yollarda olalım ve tüm yılımız gezerek geçsin diye ters yönü tercih etmiştik. Kars’tan Ankara’ya trenle gelecektik ve yeni yılın ilk dakikalarında hangi il sınırında olacağımızı bilmemek çok heyecan vericiydi. Geriye sadece Kars’a gidiş için uçak bileti almak, kalacak ve gezilecek yerler bilgilerini derlemek kalmıştı ve onlar tren biletine nazaran çok daha kolay halloldu. Artık geri sayım başlamıştı ve günler sanki yetmiş iki saat olmuş gibiydi, geçmiyordu.

Bu süreçte Kars içerisinde bizi gezdirecek taksiyi Facebook’ta yer alan Karsrail grubu üzerinden ayarladık ve hiç tanımadığımız bir çift de bize dahil oldu. Sadece o zaman birbirimizi gördük, galiba isimlerini de hatırlayamıyorum şuan 😉

O güne gelene kadar birtakım aksilikler de oldu ama oralara hiç girmiyorum.

Ve 29 Aralık öğle saatlerinde Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Kars’a uçtuk. Benim o zamana kadar yaptığım en uzun uçuştu sanırım. Kars’a indiğimizde her yer bembeyazdı. Bir Ege’li, bir Akdeniz’li olarak karla hiç bu kadar yakınlaşmışlığımız yoktu. Bunun heyecanı sanırım kelimelerle anlatılmaz.

İlk gün Kars Kalesini, Kars Müzesi’ni ve merkezdeki tek yön sokakları gezdik. Hakikaten öyle. Sokaklar tek yön ve gittiğiniz sokaktan geri dönemiyorsunuz.

Ve sıra geldi akşam yemeğine. Benim inandığım bir şey var, gittiğin yerde  asla yemem dediğin şeyler de olsa, oraya özgü bir şey ise tadılmalı..  Derken kendimizi Kars Sofrası’nda bulduk. Ve kurduğum cümle; buraya özgü ne varsa az az alalım, hepsini tadacağım 😊 Bu arada en meşhur tadı tabi ki kaz eti ve kaz eti tuzda pişirilen bir yemek. Ve ben o tarihte kortizon alıyorum, dikkatinizi çekerim. Dönüşte yanaklarım birazcık tombikti. 😊 Kaz eti, evelik aşı, hengel, un helvası ve turşusu olmak üzere her şeyi bir akşamda tatmıştık. Her yörenin farklı yemekleri mutlaka var ama Kars’ın damak tadı güzel bence. Her şeyden önemlisi peynir var memlekette 😊

 

İkinci gün sabahın erken saatlerinde önce Anı Harabelerine sonra da Çıldır Gölü’ne gittik. Anı Harabeleri’ne giderken yolda arabanın bozulmasını saymazsak her şey tadındaydı.

Anı Harabeleri 2012 yılında Dünya Mirası Listesi’ne geçici olarak dahil edilmiş; 2016 yılında ise Dünya Mirası olarak tescil edilmiş bir yer. Burayla ilgili tüm bilgilere Wikipedia’dan ulaşabilirsiniz.

Benim en çok ilgimi çeken yer tabi ki Meryem Ana Kilisesi oldu.  Kiliselere bir merakım olduğu kesin.

Hani bir adım öteye geçsem Ermenistan’da olacak şekilde Anı Harabeleri’ni gezdik, tozduk ve bolca fotoğraf çektik. Her bir yerde başka tarih kokusunu hissetmek ayrı bir keyifti.

Çevirdik rotamızı Çıldır Gölü’ne. O nasıl bir güzellik. Adeta ucu bucağı olmayan bir buz pistiydi bizi karşılayan.

Çıldır Gölü, Ardahan ve Kars sınırlarında yer alan Doğu Anadolu’nun en büyük tatlı su gölü ve yılın kış aylarında donup, üzerinde yürüyebileceğiniz bir göl. Bir de balık turizmi var ve balık yiyebileceğiniz mekanlar mevcut.

Çıldır Gölü’nün üzerinde gün ışığı öyle güzel süzülüyor ki. Gezdik, yürüdük ve evrene mesajlarımızı Çıldır Gölü üzerinden yolladık. Ve bir yerde -ki ismini hatırlayamadım- balık yedik. Evet beni bilenler bilir, balık yemem ama orada bir parça tadına baktım 🙂

2.günün sonunda ertesi günkü tren yolculuğu için alışverişimizi yapıp sabahı beklemeye başladık.

Ve sabah oldu, erken saatte Kars Garı’nda trenin hareket saatini beklemeye koyulduk.

 

Biz iki kişi yataklı vagondan yana kullanmıştık tercihimizi ve aşırı bize özel olan minicik bir alan yarattık. Arkadaşımın kardeşi bize her bir yemek masamız için farklı farklı konsept hazırlıkları yapmıştı. Sanırsınız orada aylarca kalacağız. Hepsi ayrı ayrı güzeldi.

Kahvaltı masamız şöyleydi mesela. Adeta bir anne kahvaltısı tadında.

Tren ortalama 80-90 km hızla seyrine devam ederek öğle saatlerine doğru Erzurum’da ulaşıyor. Erzurum’a yaklaşık yarım saat kala vagonlardan çağ kebabı siparişleri alınıyor ve bunu hazırlayan restoran siparişleri Erzurum Gar’ına getiriyor. Hem mobil hem paket servis 🙂

Ben ki hiç koyun eti yemem ama oraya özgü gıdalara şans vermeye meraklı biri olarak tabi ki koyun etinden yapılmış çağ kebabını da denedim. Beğendim mi? Çok hatırlamıyorum 🙂

Minicik radyomuzdan, bir ay boyunca beraberce seçtiğimiz güzel şarkıları dinleye dinleye, karın inanılmaz güzelliğini seyrede seyrede akşamı ettik.

Yılbaşı akşamı da tabi duruma uygun bir masa hazırladık ve yeni yıla dair dileklerimizi, assoliste istek yapar gibi peçeteye yazıp camlara astık.

Aşağıdaki linkte göreceğiniz gibi on yılda biriktirdiğimiz anıları camlara asıp başladık geceye. Hatta öyle güzel bir ortam kurmuştuk ki başka vagondan bir fotoğrafçı gelip vagonumuzu ve bizi karelemişti.

https://www.youtube.com/watch?v=sJVXmVECJlE

Saat tam 00.00 olduğunda sanırım Sivas dolaylarında bir yerdeydik. Hiç tanımadığımız ve belki bir daha hiç görmeyeceğimiz insanlara ondan geriye saydık. Çok keyifli bir deneyimdi. Yeni yıla güzel dileklerimizi pasladık.

Yeni yılı çok sevdiğim dostumla ve bambaşka bir yerde karşılamak çok ama çok keyifliydi. Tüm yıl birlikte bolca vakit geçirmeyi diledik. Nitekim 2019 da birlikte güzel seyahatler yaptık ve geçmiş on yılda geçiremediğimiz zamanların acısını çıkardık.

Tam 27 saat sürmüştü ve sabah olmuştu.. Yollar biterken tabi karlar da bitti ve biz Ata’mın memleketine ayak bastık. İçimin tuhaf huzurla dolmasının yegane sebebi Ata’mın topraklarına ayak basmamdı bence. Ankara’nın meşhur simidi ve demleme çay ile gezerek kahvaltımızı ettik. Ankara Kalesi’ni ve Taş Bebek Cafe’yi gezdik. İlk etapta adeta binlerce Chucky ile karşılaşmış gibi hissetsem de çok beğenmiştim. İçeride sayamayacağımız kadar çok bebek vardı 😊

Elbette buraya kadar gelmişken Ata’mızı da ziyaret ettik. Özlem giderdik..

Sonra yavaş yavaş günlük hayatlarımıza dönmek için evlerimizin yolunu tuttuk.

Bizim için geçirilebilecek en keyifli yılbaşıydı bu. Hem emek hem şans bizimleydi ve çok güzel bir deneyimdi. 2020 yılı sonunda hala Doğu Ekspresi’nin bir cezbediciliği var mıdır emin değilim ama iki yıl önce ses getiren seyahatlerden biriydi. Bundan sonra Van Gölü Ekspresi’ni deneme kararı almıştık ki araya kurumsal hayatlar girdi. Son 9 aydır da ülkece savaştığımız pandemiden dolayı birlikte planladığımız iki seyahat daha havada azot oldu. Umarım 2021 yılında daha keyifli yolculuklar bizi ve sizi bulur…

Hoş gel, hoşluklarla gel sevgili 2021…

 

20 Yaşıma Mektubum

Sevgili 20 yaşındaki kendim,

Sana 2020 yılından, tastamam 33 yaşımdan sesleniyorum. Biliyorum sen şimdi “o kadar yaşadın mı yahu?” diyorsun. Uzun yaşamak gibi bir hayal kurmazsın hiç, bilirim. Ama evet tastamam on üç yıl sonrasından yazıyorum bu mektubu sana.

Çok gençsin, çok toysun ama çok güzelsin.. Ve fakat sana diyeceklerim var üç beş satır. Yerinde olsam -tabi ki şimdiki aklımla- yazdıklarımı dikkate alırdım.

Öncelikle ne olursun, o tüm bilgiye haiz olduğunu zannetmekten vazgeç ve zaman zaman fikir al. Arada bir de olsa başka gözün bakışına başvur. Hiç bir işe yaramasa bile üç ana rengin dışındaki renk tonlarını fark ettirecek sana. Sonra yine bildiğini okuyacaksan oku tabi ki. Çünkü bu senin doğanda var.

Lütfen sevdiklerine değer verirken, kendini değersizleştirme. Tamam sev, sevme demiyorum. Ama lütfen severken de sevginin, sevdiğinin analizini yap; getirdiklerine, götürdüklerine bak biraz. Seni sen yapan çizgilerinden ve hatta kırmızı çizgilerinden ödün verme. Uğruna bazı şeylerden vazgeçmeyi göze aldığın kimseleri al karşına ve şunu anlat: Bir taraf feda ederken diğer tarafın kar ediyorsa olmaz o işler.

En büyük hazinen ailen. Onlara mümkün olduğunca vakit ayır. Bolca konuş onlarla, çokça paylaş ve ihmal etme. Fakat aileni üzmemek adına yaşamak istediklerinden vazgeçme lütfen. Çünkü ne diyor devrimci filozof Heraklitos: “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” Hayatından giden tek bir saniyeyi bile geri getirmeye gücün yetmeyecek.

Yol ayrımların olacak, biliyorum. Seçtiğin yolun pusulası kalbin ve sonrasında aklın olsun. Değişken şeyleri pusulanın zinciri bile yapma. Çünkü değişenlerin ardında baki kalacak olan sensin. Kalbini ve aklını al karşına ve soyutla kendini diğer her şeyden seçimlerini yaparken. Seçimlerine de kendine de şeffaf ol.

Hata yapmaktan korkma ve yapman gerekiyorsa yap. Bu sana verilmiş en büyük özgürlük, unutma. Mühim olan hatanın ardından boynu bükük bakmıyor olman. Ve duyduğun o güzel sözü; kulağına küpe yap her daim: Ancak bir salak iki ayağı ile bir boka basar.

Ve..

Kaybedeceğin savaşlara girme. Çünkü unutma savaşlarda bir taraf kazanıp, bir taraf kaybetmez asla. Herkes kaybeder, kimi çok kaybeder, kimi daha çok…

(Yazı ilk elden yayınlanmıştır, ikinci kez okunmuş fakat hiç düzeltme yapılmamıştır)

#2

 

Gülme, kadın cinselliğinin gizli tarafıdır; temeldir, tutkuludur, hayat vericidir ve bu yüzden tutkuludur, hayat vericidir ve bu yüzden uyarıcıdır. Genital uyarılma gibi bir hedefi olmayan bir cinsellik türüdür. Sadece o an için bir sevincin cinselliğidir; özgürce uçan, yaşayıp ölen ve kendi enerjisiyle yeniden yaşayan hakiki ve şehevi bir sevgidir.

Kutsaldır; çünkü fazlasıyla iyileştiricidir. Şehevidir; çünkü bedeni ve onun duygularını uyandırır. Cinseldir; çünkü heyecan vericidir ve haz dalgalarına neden olur. Tek boyutlu değildir; çünkü gülme insanın kendisi kadar başkalarıyla da paylaştığı bir şeydir. Bir kadının en vahşi cinselliğidir…

 

(04.11.2020 – 00.07)

#1

Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir şey yapmayan, hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan hem sever, hem de her şeye karşı duyarlı olur, hem de görür… Bir şeyde ne kadar çok bilgi varsa o kadar büyük sevgi vardır…

Bütün meyvelerin çilekle aynı anda olgunlaştığını sanan kişi, üzümleri hiç tanımıyor demektir…

(Paracelsus)

(Fonda; Elçin Orçun Bi’Fazla çalıyor..)

08.06.2020 – 23.59

Memnun Oldum Sevgili MS

Bu gün 30 Mayıs, MS Farkındalık Günü. MS Multipl Skleroz hastalığının kısaltması. Hastalığın tanımını vs yapmayacağım, google elinizin altında, pekala bakabilirsiniz 😊

Günün anlamına uygun olsun diye MS ile tanışma hikayemi anlatmak istedim. Tabi ki yazacaklarım sadece MS’in bendeki seyrine bakıp yazdığım şeyler, asla tıbbi ve metrik bilgiler içermiyor.

Bana verdiği ilk sinyal 2008 yılı yazıydı sanırım. Bir sabah uyandım, yataktan kalktım ve olduğum yere yığılıp kaldım. Ama o zaman bu durumun bu denli önem arz edeceği konusunda hiç bir fikrim olmadığı için “tansiyonum düştü herhalde” deyip, hayatıma devam etmiştim.

Bu olayın üzerinden 6 yıl kadar zaman geçti ve 2014 yılı Haziran ayında sol ayağım uyuşmaya başladı ve ben yine o zaman bunu topuklu ayakkabı giyiyor olmaya bağladım ve çok önemsemedim. Ta ki bir sabah araba kullanırken ayağımı debriyajdan çektiğimi hissedemeyinceye kadar. O gün bir sorun olduğunu anladım ama asla MS aklıma gelmedi. Kaldı ki böyle bir hastalıktan haberdar bile değildim. O zaman bir hastanenin nöroloji doktoru ile görüştüm, bir çok tetkik yaptı. Hatta BOS testi de yapmasına rağmen böyle bir teşhis koyamadık. Bir takım ilaçlarla uyuşmalarım geçti ve ben yine unuttum bu konuyu.

Üstünden 4,5 yıl geçti ve ben 2018 yılı Aralık ayında keyifli bir akşamın üzerine kitabımı okuyup, uyudum. Sabah uyandığımda kısa bir şok geçirdim; vücudumun sol tarafını hissetmiyordum. Soluma yatmış olabilme ihtimalini düşünüp, o günü öyle geçirdim evimde. Ertesi gün durumun ısrarla devam ettiğini görünce inceden bir stres yapıp bir nöroloji doktorunda gittim. Rutin bir kaç test yapıp, MR çekti ve sinir sıkışması olabileceğini söyledi ve ertesi günü merakla beklemeye başladım. Ertesi gün sonucu almaya gittim ve bana MS olduğumu, artık hayatımı ve beslenme alışanlıklarımı kökten değiştirmem gerektiğiyle alakalı milyonlarca cümle kurdu. Benim hatırladığımsa sadece MS kelimesi ve arkasından gelen asla anlamadığım cümleler ve göz yaşlarımdı. O gün epeyce ağladım, çünkü hiç tanımıyordum bu hastalığı ve tanıdığım bir tane MS hastası kişi vardı, onun da hayatı zor ilerlemekteydi. Sevdiğim bir arkadaşımın nişanlısı doktordu, ona ulaştım hemen. Bana, kendi çalıştığı hastaneden bir doktordan randevu ayarladı ve ben Özlem Hanım ile tanıştım. Daha sakindim sanırım, göz yaşlarım dinmişti ama aklımın içi duman altında kalmış küçük bir oda gibiydi. Özlem Hoca bana bunun bir ihtimal olduğunu ve tetkik yapmadan netleştirmenin doğru olmayacağını anlattı. Fakat ben o hafta sonu Kars’a gezmeye gidecektim ve o an fark ettim ki seyahate gidememe ihtimali de ağlamama sebep olan konulardandı. Ama Özlem Hoca sağ olsun bana 3 günlük tedavi uyguladı ve kendi hocasından randevu almama destek olup, benim seyahate gitmemi de sağladı. 😊 Gidemesem çok üzülürmüşüm ve üzülmemek lazımmış 😊 Hayran olduğum ve bayıldığım bakış açısı buydu galiba 😊

Hemen ertesi gün Prof. Dr. Ömer Hoca ile tanıştım, bütün hikayeyi baştan sona anlattım. Epey gülümsemeli ve çok dostane bir yarım saat geçirdik hocayla. Sonrasına bana BOS testini tekrarlamamız gerektiğini söyledi ama ne var ki hayatım hep olduğu gibi muhteşem hareketliydi ve yüksek lisansımın son dönem sınavlarına gidecektim. Neyse bir takım ilaçlar ile hem Kars seyahatimi hem de yüksek lisans sınavlarımı geçirdim. Döndüm ve dııııt haydi bakalım üniversite hastanesi yolları derken bir günlük de hastanede yatma macerası yaşadım. BOS işlemini önceden tanıdığım için biraz geyik muhabbeti ile testi uyguladılar, tabi ki ben yatma konusunda maksimum 2 saat dayandığım için sonraki bir haftam ağrılı sancılı geçti ama nihayetinde geçti. Raporlu olduğum sürede bol miktarda dizi izledim ve bolca okudum, eh biraz da çalıştım.

Üç haftalık süre tamamlanınca hastaneden aradılar ve tahlil sonucunun geldiğini söylediler. Uçarak gittim hastaneye, kağıdı elime aldım, ve bana anlamsız gelen cümleler içinde bir “pozitif” gördüm ve dedim ki evet sende bir şey var ama ne? Koşarak Özlem Hoca’ya geldim. O bana anlayışlı ve sakin bir tavırla; “evet, artık MS hastası olduğunu biliyoruz ve ben psikolojik yardım almanı öneriyorum, çünkü bu kolay kabul edilebilen bir hastalık değil” dedi. O an sanırım 30 yıllık yaşamımı 10 saniyede düşündüm ve yürek yemiş deli cesaretiyle şöyle bir cümle kurdum: “Hayır, ben engelli bir babanın çocuğuyum ve bu durumun benim hayatımı ne kadar etkileyeceğini anlatırsanız, aşarım, kabullenirim.” Bilmiyorum, şimdiki aklım olsa böyle bir cümle kurabilir miydim ama o an nasıl bir ruh hali ile kurduğumu bilmediğim o cümleyi bu gün “iyi ki kurmuşum” diyorum.

Tüm bunlar yaşanırken benim İstanbul maceram başlıyordu ve ben yeni bir hayata merhaba demek üzereydim. Muğlak olan bir başlangıca, muğlak bir de hastalık eklenmişti.

Artık ömür boyu benle olacağını bildiğim bir yol arkadaşım vardı ve birbirimizi yavaş yavaş tanıyacaktık.

İstanbul’a geldim ve şuanda da tedavi sürecimi yürüttüğüm Serkan Hoca’m ile sosyal medya aracılığı ile muayene günümü kararlaştırdık ve ben Şubat 2019’da kendisi ile yüz yüze tanıştım. Tabi ki ilk gidişim, kafama kırk tilki, kırk soru, kırkı da birbiri ile dost ama kırkı da birbirine yabancı. Elimde üç beş kağıt parçası, girdim hocanın odasına. Biraz sohbet biraz muhabbet derken ben sorularımı sordum, o bıkmadan cevapladı. Bu gün bana ne kadar saçma gelen soru varsa hepsini Serkan Hoca’ya sordum, itiraf ediyorum 😊 Şimdi düşündükçe “ne saçmaymış” diyorum. Ama Serkan Hoca bıkmadan usanmadan cevapladı. Sonra bana 2-3 farklı tip tedavi sundu ve seçmemi istedi. Ben ise hayatımın her anında ilk intibalara sonsuz güvendiğim için Serkan Hoca’ya ve mesleki tecrübesine duyduğum güvenden dolayı; hiçbir şey seçmek istemediğimi, hekimime güvenmek istediğimi ve onun önereceği tedaviyi uygulayacağımı söyledim. Bunu bu gün nasıl düşündüğümü açıklayamam belki ama o gün nasıl bir kafa ile karar verdiysem, yaklaşık 1,5 yıldır hep “iyi ki” diyorum. Sonrasında bana haftada 3 gün kendime bir iğne uygulayacağımı söyledi, başta panik ile hayatımın şeker hastaları gibi mi devam edeceğini sorduğum zaman sevgili doktorum bana yine hayat dersi olacak bir cümle kurdu:

“Yapma Ümmühan, şeker hastaları günde 5 kez iğne yapıyor, sen haftada 3 kez yapacaksın, insafsız olma!”

Sonrasında bu cümle benim kendime haftada 3 kez tekrar ettiğim ve hastalıkla ilişkimi yönetirken yolumu aydınlatan cümle oldu. Serkan Hoca ile bir yıldan fazladır tedavi yada baskılama konusunda görüşüyoruz, bir gün bile başka bir doktor ile bu konuyu konuşma yada başka bir doktordan fikir alma ihtiyacı hissetmedim.

Benim MS ile tanışma hikayem bu şekilde gelişti. MS ile yaşarken neler hissettiğimi, neler öğrendiğimi, nelerin farkındalığına ulaştığımı başka başka pasajlarda ara ara yazarım.

Bu gün MS Farkındalık Günü ve ben ülkedeki bağışıklık sistemi güçlü olan ender insanlardan olduğumu düşünüp, bunun için de hayata teşekkür ediyorum!

 

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku – İlhami Güngör

Yıllardır eserleri önce okur, filmleri sonra izlerdim. Ama bu kitabın önce filmini izlemiş bulundum. Neden mi? Sosyal medyada gördüğüm bir post beni filmi izlemeye itmişti ve izledim. Sonra kitabı olduğunu öğrendim ve kitabı da alıp okudum.📚

Film ile kitabın olay örgüsü anlamında hiç bağı yok. Sadece bir parça karakter benzerliği mevcut. Ama şu bi gerçek ki ikisinden de ayrı ayrı keyif aldım 💕

Kitap zaten incecik, bir gecede bitebilecek cinsten.. film 1,5 saatten biraz uzun ve tam anlamıyla bir kadeh şarapla, battaniye altında izlenecek bir film 💕
Okuyun da izleyin de ✅

Sevdiğim post da şuydu:
-Müzeyyen..
-Efendim?
-Hiç, adını söylemek hoşuma gidiyor..

Filmdeki en sevdiğim cümle: Bir şeyin seni kırması için ille de yanlış olması gerekmez ki..

Yazar: İlhami Güngör

Sayfa: 59

Yayın evi: İletişim Yayınları

Havva’nın Cezası – Nermin Bezmen

Kadın nedir? Bence tam da bu sorunun karşılığı bu kitap..

Nasıl içim sızlayarak ve yer yer gözlerim dolarak okuduğumu da eklemem gerek mutlaka. Erkek düşmanı filan değilim ama bu kitabı okurken bir çok erkeği katletme planı yapmış olabilirim.

12 yaşında kendisinden epeyce büyük bir adama kuma olarak gönderilmiş bir kız çocuğunun hikayesi.. evet, bir kız çocuğu..!
“Havva” bir timsal ve bence binlerce hatta yüz binlerce Havva var etrafımızda..

Kitaptaki en sevdiğim cümle:
“Hafızası vardı zeytin ağaçlarının. Sevgiyi de ihaneti de unutmazlardı..”

Yazar: Nermin Bezmen

Sayfa: 216

Yayın evi: Doğan Kitap

Sadece Sarılıp Uyuyacağız – Merrylis Taylor

Öncelikle şunu söyleyelim; kitap adında gördüğünüz gibi sarılmak, uyumak temalı bir kitap değil. Kafanız karışmasın.

O cümle sadece kitabın anahtar cümlesi.

Tesadüfler zinciri denebilir belki ama ez cümle bir şey yazmak gerekiyorsa; toplumun kanayan yarası olan bir kavrama/soruna dikkat çeken bir kitap olması..📚 önerebilirim, hızlı akıyor ve yormuyor… Sanırım 2 günde bitirmiştim.

Yazar: Merryliss Taylor

Sayfa: 184

Yayın evi: Lovely Book

Pirayede Nazım Olmak – Nazan Arısoy

Oldum olası sevdim ben Nazım’ı da şiirlerini de Nazım’dan Piraye’yi anlamayı da..

Ama hiç bilmedim Piraye’deki Nazım’ı 🙂 Ne yalan söyliyim Piraye’den Nazım’ı okuyup anlayınca için için kırıldım mavi gözlü dev’e..

Bir adam nasıl olmuş da dudaklarına, gözüne, avcuna ve belki de her bir zerresine şiirler yazdığı kadını bu denli fütursuzca aldatabilmiş? Gözünün içine baka baka ‘seni seviyorum ama onu da , ötekini de, berikini de seviyorum’ diyebilmiş? Kalbine bu kadar farklı kadından bu kadar farklı sevdaları sığdırabilmiş?

Böyle adamların hep bu zamanlarda yani modern çağda olduğunu sanırdım ama öyle değilmiş. Mütemadiyen karşılaştığımız bu model insanların varlığı eskilere dayanırmış..😒 İnsan diyor ki; Nazım bile yaptıysa kimler yapmaz?

Üzüldüm be Piraye’m, aşkını böle doyasıya anlattığın ve son nefesinde bile gidemediğin o mavi gözlü devin seni böyle acıtmış olmasına üzüldüm..

Sanırım Nazım’a çok kırıldım ve çok öfkelendim. Okuyalı üzerinden 4 ay geçmiş olmasına rağmen öfkem geçti de kırgınlığım geçmedi be sana üstad..

Not olarak şunu eklemeliyim; kitapta yazım hatası ve anlatım bozuklukları mevcut, oralara odaklanmamaya çalışın.

Yazar: Nazan Arısoy

Sayfa: 195

Yayın evi: Gece Kitaplığı