Date Archives Mayıs 2020

Memnun Oldum Sevgili MS

Bu gün 30 Mayıs, MS Farkındalık Günü. MS Multipl Skleroz hastalığının kısaltması. Hastalığın tanımını vs yapmayacağım, google elinizin altında, pekala bakabilirsiniz 😊

Günün anlamına uygun olsun diye MS ile tanışma hikayemi anlatmak istedim. Tabi ki yazacaklarım sadece MS’in bendeki seyrine bakıp yazdığım şeyler, asla tıbbi ve metrik bilgiler içermiyor.

Bana verdiği ilk sinyal 2008 yılı yazıydı sanırım. Bir sabah uyandım, yataktan kalktım ve olduğum yere yığılıp kaldım. Ama o zaman bu durumun bu denli önem arz edeceği konusunda hiç bir fikrim olmadığı için “tansiyonum düştü herhalde” deyip, hayatıma devam etmiştim.

Bu olayın üzerinden 6 yıl kadar zaman geçti ve 2014 yılı Haziran ayında sol ayağım uyuşmaya başladı ve ben yine o zaman bunu topuklu ayakkabı giyiyor olmaya bağladım ve çok önemsemedim. Ta ki bir sabah araba kullanırken ayağımı debriyajdan çektiğimi hissedemeyinceye kadar. O gün bir sorun olduğunu anladım ama asla MS aklıma gelmedi. Kaldı ki böyle bir hastalıktan haberdar bile değildim. O zaman bir hastanenin nöroloji doktoru ile görüştüm, bir çok tetkik yaptı. Hatta BOS testi de yapmasına rağmen böyle bir teşhis koyamadık. Bir takım ilaçlarla uyuşmalarım geçti ve ben yine unuttum bu konuyu.

Üstünden 4,5 yıl geçti ve ben 2018 yılı Aralık ayında keyifli bir akşamın üzerine kitabımı okuyup, uyudum. Sabah uyandığımda kısa bir şok geçirdim; vücudumun sol tarafını hissetmiyordum. Soluma yatmış olabilme ihtimalini düşünüp, o günü öyle geçirdim evimde. Ertesi gün durumun ısrarla devam ettiğini görünce inceden bir stres yapıp bir nöroloji doktorunda gittim. Rutin bir kaç test yapıp, MR çekti ve sinir sıkışması olabileceğini söyledi ve ertesi günü merakla beklemeye başladım. Ertesi gün sonucu almaya gittim ve bana MS olduğumu, artık hayatımı ve beslenme alışanlıklarımı kökten değiştirmem gerektiğiyle alakalı milyonlarca cümle kurdu. Benim hatırladığımsa sadece MS kelimesi ve arkasından gelen asla anlamadığım cümleler ve göz yaşlarımdı. O gün epeyce ağladım, çünkü hiç tanımıyordum bu hastalığı ve tanıdığım bir tane MS hastası kişi vardı, onun da hayatı zor ilerlemekteydi. Sevdiğim bir arkadaşımın nişanlısı doktordu, ona ulaştım hemen. Bana, kendi çalıştığı hastaneden bir doktordan randevu ayarladı ve ben Özlem Hanım ile tanıştım. Daha sakindim sanırım, göz yaşlarım dinmişti ama aklımın içi duman altında kalmış küçük bir oda gibiydi. Özlem Hoca bana bunun bir ihtimal olduğunu ve tetkik yapmadan netleştirmenin doğru olmayacağını anlattı. Fakat ben o hafta sonu Kars’a gezmeye gidecektim ve o an fark ettim ki seyahate gidememe ihtimali de ağlamama sebep olan konulardandı. Ama Özlem Hoca sağ olsun bana 3 günlük tedavi uyguladı ve kendi hocasından randevu almama destek olup, benim seyahate gitmemi de sağladı. 😊 Gidemesem çok üzülürmüşüm ve üzülmemek lazımmış 😊 Hayran olduğum ve bayıldığım bakış açısı buydu galiba 😊

Hemen ertesi gün Prof. Dr. Ömer Hoca ile tanıştım, bütün hikayeyi baştan sona anlattım. Epey gülümsemeli ve çok dostane bir yarım saat geçirdik hocayla. Sonrasına bana BOS testini tekrarlamamız gerektiğini söyledi ama ne var ki hayatım hep olduğu gibi muhteşem hareketliydi ve yüksek lisansımın son dönem sınavlarına gidecektim. Neyse bir takım ilaçlar ile hem Kars seyahatimi hem de yüksek lisans sınavlarımı geçirdim. Döndüm ve dııııt haydi bakalım üniversite hastanesi yolları derken bir günlük de hastanede yatma macerası yaşadım. BOS işlemini önceden tanıdığım için biraz geyik muhabbeti ile testi uyguladılar, tabi ki ben yatma konusunda maksimum 2 saat dayandığım için sonraki bir haftam ağrılı sancılı geçti ama nihayetinde geçti. Raporlu olduğum sürede bol miktarda dizi izledim ve bolca okudum, eh biraz da çalıştım.

Üç haftalık süre tamamlanınca hastaneden aradılar ve tahlil sonucunun geldiğini söylediler. Uçarak gittim hastaneye, kağıdı elime aldım, ve bana anlamsız gelen cümleler içinde bir “pozitif” gördüm ve dedim ki evet sende bir şey var ama ne? Koşarak Özlem Hoca’ya geldim. O bana anlayışlı ve sakin bir tavırla; “evet, artık MS hastası olduğunu biliyoruz ve ben psikolojik yardım almanı öneriyorum, çünkü bu kolay kabul edilebilen bir hastalık değil” dedi. O an sanırım 30 yıllık yaşamımı 10 saniyede düşündüm ve yürek yemiş deli cesaretiyle şöyle bir cümle kurdum: “Hayır, ben engelli bir babanın çocuğuyum ve bu durumun benim hayatımı ne kadar etkileyeceğini anlatırsanız, aşarım, kabullenirim.” Bilmiyorum, şimdiki aklım olsa böyle bir cümle kurabilir miydim ama o an nasıl bir ruh hali ile kurduğumu bilmediğim o cümleyi bu gün “iyi ki kurmuşum” diyorum.

Tüm bunlar yaşanırken benim İstanbul maceram başlıyordu ve ben yeni bir hayata merhaba demek üzereydim. Muğlak olan bir başlangıca, muğlak bir de hastalık eklenmişti.

Artık ömür boyu benle olacağını bildiğim bir yol arkadaşım vardı ve birbirimizi yavaş yavaş tanıyacaktık.

İstanbul’a geldim ve şuanda da tedavi sürecimi yürüttüğüm Serkan Hoca’m ile sosyal medya aracılığı ile muayene günümü kararlaştırdık ve ben Şubat 2019’da kendisi ile yüz yüze tanıştım. Tabi ki ilk gidişim, kafama kırk tilki, kırk soru, kırkı da birbiri ile dost ama kırkı da birbirine yabancı. Elimde üç beş kağıt parçası, girdim hocanın odasına. Biraz sohbet biraz muhabbet derken ben sorularımı sordum, o bıkmadan cevapladı. Bu gün bana ne kadar saçma gelen soru varsa hepsini Serkan Hoca’ya sordum, itiraf ediyorum 😊 Şimdi düşündükçe “ne saçmaymış” diyorum. Ama Serkan Hoca bıkmadan usanmadan cevapladı. Sonra bana 2-3 farklı tip tedavi sundu ve seçmemi istedi. Ben ise hayatımın her anında ilk intibalara sonsuz güvendiğim için Serkan Hoca’ya ve mesleki tecrübesine duyduğum güvenden dolayı; hiçbir şey seçmek istemediğimi, hekimime güvenmek istediğimi ve onun önereceği tedaviyi uygulayacağımı söyledim. Bunu bu gün nasıl düşündüğümü açıklayamam belki ama o gün nasıl bir kafa ile karar verdiysem, yaklaşık 1,5 yıldır hep “iyi ki” diyorum. Sonrasında bana haftada 3 gün kendime bir iğne uygulayacağımı söyledi, başta panik ile hayatımın şeker hastaları gibi mi devam edeceğini sorduğum zaman sevgili doktorum bana yine hayat dersi olacak bir cümle kurdu:

“Yapma Ümmühan, şeker hastaları günde 5 kez iğne yapıyor, sen haftada 3 kez yapacaksın, insafsız olma!”

Sonrasında bu cümle benim kendime haftada 3 kez tekrar ettiğim ve hastalıkla ilişkimi yönetirken yolumu aydınlatan cümle oldu. Serkan Hoca ile bir yıldan fazladır tedavi yada baskılama konusunda görüşüyoruz, bir gün bile başka bir doktor ile bu konuyu konuşma yada başka bir doktordan fikir alma ihtiyacı hissetmedim.

Benim MS ile tanışma hikayem bu şekilde gelişti. MS ile yaşarken neler hissettiğimi, neler öğrendiğimi, nelerin farkındalığına ulaştığımı başka başka pasajlarda ara ara yazarım.

Bu gün MS Farkındalık Günü ve ben ülkedeki bağışıklık sistemi güçlü olan ender insanlardan olduğumu düşünüp, bunun için de hayata teşekkür ediyorum!

 

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku – İlhami Güngör

Yıllardır eserleri önce okur, filmleri sonra izlerdim. Ama bu kitabın önce filmini izlemiş bulundum. Neden mi? Sosyal medyada gördüğüm bir post beni filmi izlemeye itmişti ve izledim. Sonra kitabı olduğunu öğrendim ve kitabı da alıp okudum.📚

Film ile kitabın olay örgüsü anlamında hiç bağı yok. Sadece bir parça karakter benzerliği mevcut. Ama şu bi gerçek ki ikisinden de ayrı ayrı keyif aldım 💕

Kitap zaten incecik, bir gecede bitebilecek cinsten.. film 1,5 saatten biraz uzun ve tam anlamıyla bir kadeh şarapla, battaniye altında izlenecek bir film 💕
Okuyun da izleyin de ✅

Sevdiğim post da şuydu:
-Müzeyyen..
-Efendim?
-Hiç, adını söylemek hoşuma gidiyor..

Filmdeki en sevdiğim cümle: Bir şeyin seni kırması için ille de yanlış olması gerekmez ki..

Yazar: İlhami Güngör

Sayfa: 59

Yayın evi: İletişim Yayınları

Havva’nın Cezası – Nermin Bezmen

Kadın nedir? Bence tam da bu sorunun karşılığı bu kitap..

Nasıl içim sızlayarak ve yer yer gözlerim dolarak okuduğumu da eklemem gerek mutlaka. Erkek düşmanı filan değilim ama bu kitabı okurken bir çok erkeği katletme planı yapmış olabilirim.

12 yaşında kendisinden epeyce büyük bir adama kuma olarak gönderilmiş bir kız çocuğunun hikayesi.. evet, bir kız çocuğu..!
“Havva” bir timsal ve bence binlerce hatta yüz binlerce Havva var etrafımızda..

Kitaptaki en sevdiğim cümle:
“Hafızası vardı zeytin ağaçlarının. Sevgiyi de ihaneti de unutmazlardı..”

Yazar: Nermin Bezmen

Sayfa: 216

Yayın evi: Doğan Kitap

Sadece Sarılıp Uyuyacağız – Merrylis Taylor

Öncelikle şunu söyleyelim; kitap adında gördüğünüz gibi sarılmak, uyumak temalı bir kitap değil. Kafanız karışmasın.

O cümle sadece kitabın anahtar cümlesi.

Tesadüfler zinciri denebilir belki ama ez cümle bir şey yazmak gerekiyorsa; toplumun kanayan yarası olan bir kavrama/soruna dikkat çeken bir kitap olması..📚 önerebilirim, hızlı akıyor ve yormuyor… Sanırım 2 günde bitirmiştim.

Yazar: Merryliss Taylor

Sayfa: 184

Yayın evi: Lovely Book

Pirayede Nazım Olmak – Nazan Arısoy

Oldum olası sevdim ben Nazım’ı da şiirlerini de Nazım’dan Piraye’yi anlamayı da..

Ama hiç bilmedim Piraye’deki Nazım’ı 🙂 Ne yalan söyliyim Piraye’den Nazım’ı okuyup anlayınca için için kırıldım mavi gözlü dev’e..

Bir adam nasıl olmuş da dudaklarına, gözüne, avcuna ve belki de her bir zerresine şiirler yazdığı kadını bu denli fütursuzca aldatabilmiş? Gözünün içine baka baka ‘seni seviyorum ama onu da , ötekini de, berikini de seviyorum’ diyebilmiş? Kalbine bu kadar farklı kadından bu kadar farklı sevdaları sığdırabilmiş?

Böyle adamların hep bu zamanlarda yani modern çağda olduğunu sanırdım ama öyle değilmiş. Mütemadiyen karşılaştığımız bu model insanların varlığı eskilere dayanırmış..😒 İnsan diyor ki; Nazım bile yaptıysa kimler yapmaz?

Üzüldüm be Piraye’m, aşkını böle doyasıya anlattığın ve son nefesinde bile gidemediğin o mavi gözlü devin seni böyle acıtmış olmasına üzüldüm..

Sanırım Nazım’a çok kırıldım ve çok öfkelendim. Okuyalı üzerinden 4 ay geçmiş olmasına rağmen öfkem geçti de kırgınlığım geçmedi be sana üstad..

Not olarak şunu eklemeliyim; kitapta yazım hatası ve anlatım bozuklukları mevcut, oralara odaklanmamaya çalışın.

Yazar: Nazan Arısoy

Sayfa: 195

Yayın evi: Gece Kitaplığı

Aşk Dersleri – Alain De Botton

2019 yılının son ayının son günlerinde tamamladım bu kitabı. Adeta bir yılbaşı hediyesi gibiydi bana ve kalbime.

Kitabı bir yerde okuduğum bir cümle ile keşfetmiştim, yaklaşık iki yıldır elimde olmasına rağmen okumamıştım. Demek ki doğru zaman şimdiymiş..

Bu kitapta kendimden, hayatımdan, yaşam anlayışımdan çok şey buldum ve çok şey öğrendim,buna eminim ve çok şeyin altını çizdim.. Ve bu kitabı da bir çok kişiye önerdim, sanıyorum üç kişiye de hediye ettim 🙂

Bir ilişkinin başlangıcı, evliliğe giden yolu ve ebeveynliğin aşamaları anlatılırken yer yer zirvede bir aşk, yer yer çatırdamalar gördüm. Ama hepsinden önemlisi bu adımların her birinin psikolojik sebepleri var kitapta..

Daha önce de dediğim gibi bekarların en az bir kez, evlilerin ise en az üç kez okumasını önereceğim bir kitap ✅

Zihnime kazınan en zirve cümle ise; “aşk basit bir heves değil, beceridir” oldu..

Yazar: Alain De Botton

Sayfa: 240

Yayın evi: Sel Yayıncılık

Alice Harikalar Diyarında – Lewis Carrol

Çocukken kesinlikle okuduğuma eminim bu kitabı ama bu günkü kafa ve bu zamanki algılarım ile değil 🙂

Hayal kurmanın gücü, efsanevi şaşırtıcılığı ve hayatı sorgulamaya sebep olacak bazı cümleler.. Beyaz eldivenli tavşan beni de bul lütfen!

Evet çocuk kitabı ama bence yetişkinler de okumalı ve yetişkin olmanın getirdiği ağırlıktan, ciddiyetten ve yetişkin bakış açısından bir parça olsa sıyrılmalı.. hayallerimiz hep var olsun hayatımızda…

Ve kilit cümlem: Ah,dünyayı döndüren şey sevgidir,sevgi🤍

Yazar: Lewis Carrol

Sayfa: 112

Yayın evi: İş Bankası Kültür Yayınları

 

İknanın Psikolojisi – Robert B. Cialdini

Uzun zamandır psikolojik bir şey okumadığım bir dönemde yolum kesişti bu kitapla ve iyi de geldi. Hiç bilmediğim bir sürü kavramla tanıştım, çok yeni şeyler öğrendim. Bir de meslek değişikliği yapmışken bu kitapla tanışmam çok daha anlamlı oldu diyebilirim.

Haliyle alan psikoloji olunca dil biraz yorucu ama sakin ve dingin kafayla okuduğunuz zaman çok şaşıracağınız kesin.

Şahsen ben hayatımda nedenini bilmediğim ama ritüel haline gelmiş bazı davranışlarımın psikolojideki karşılıklarını gördüm ve mutlu oldum. Yer yer kendimi anladım hatta anlamlandırdım 🙂

Yazar: Robert B. Cialdini

Sayfa: 368

Yayın evi: Mediacat Kitapları

İçimizdeki Şaman Duyguların Simyası – Nil Gün

Bu kitabı okuyana kadar hep “kitap aklın ilacıdır” derdim. Ama bunu okuduktan sonra “kitap aklın ve ruhun ilacıdır” dedim.

Yaşadığım yada hissettiğim duyguların ne kadar azını tanıdığımı, ağırlıklı bir kısmını tanıdığımı sandığımı gördüm kitapla. Okudukça kendimde birçok şey keşfettim, öğrendim. Aşırı fazla yerin altını çizdim, sonra tekrar açıp okuyabilmek için. Ki ara ara a açar okurum.

Eğer içsel bir yolculuğa çıkmaya hazırsanız okumanızı şiddetle tavsiye ederim.  Okuyun ve üzerine sohbet edelim.

Zirve cümlem: Tutulmamış yasların bedeli büyük olur!

Yazar: Nil Gün

Sayfa: 176

Yayın evi: Kuraldışı Yayınları

 

Üzgün İnsandan Özgür İnsana – Uğur Batı & Deniz Bayramoğlu

Altını çize çize okuduğum bir kitaptır kendisi. Belki de ihtiyacım olan kavramsal ayrımın ihtiyacım olan zamanda benimle buluşması bu kitabı bende farklı hale getirdi.

Başucu kitabım olmaya hak kazanan, yılda bir kez okumalıyım dediğim, iki kişiye hediye edip, en az on kişiye önerdiğim kitaptır. Çok şey öğrendiğim ve bir çok konuya bakış açımın değiştiği doğrudur.

Uğur Batı’yı ilk kez Bursa Tedx de tanımıştım. Anlattıkları ve kurduğu cümlelerin yapısı beni etkilemiş olacak ki, twitter takipleşmesi ile başlayan hikayem instagram vs ile devam etti. Ara ara yazarım kendisine, ara ara cevaplar da verir. Severiz 🙂

Yazar: Uğur Batı & Deniz Bayramoğlu

Sayfa: 368

Yayın evi: Destek Yayınları